İstanbul’daki Bizans Sarnıçları Tarihi Dokuda Önemli Yer Tutuyor
Köklü geçmişe sahip İstanbul’da, Bizans döneminde 4. yüzyılda yapılmaya başlanan sarnıçlar, dönemin mimari anlayışını yansıtmasının yanı sıra kentin tarihi dokusunda önemli yer tutuyor.
AA muhabirinin derlediği bilgilere göre, tatlı su kaynakları bakımından yetersiz olan tarihi kentin bu ihtiyacının giderilmesi amacıyla 2. yüzyılda, Roma İmparatorluğu döneminde İmparator Hadrianus tarafından Belgrad Ormanları civarından kente su ileten hat tasarlandı.
O dönemde “Byzantion” adını taşıyan kentin, 11 Mayıs 330’da imparatorluğun Doğu’daki başkenti ilan edilmesinin ardından, İmparator Büyük Konstantinus döneminde yoğun imar faaliyeti başlatıldı. İdare merkezi olması nedeniyle konutların yanı sıra saray ve kamusal yapıların inşa edildiği kente, bu sayede yoğun göç hareketi de oldu.
İmparatorluğun en uzun su yolu
Kentin nüfusunun hızla artmasıyla, su konusundaki eksiklik yeniden gündeme geldi. Bu durumu çözmek için 4. yüzyılda, İmparator Valens döneminde, Trakya tarafındaki kaynaklardan İstanbul’un şehir merkezine su ileten uzun bir isale hattı inşa edildi. Hat 373 yılında, İmparator I. Theodosius döneminde bugünkü Kırklareli yakınlarına kadar uzatıldı. Yıllar içinde inşa edilen bu su hattı, imparatorluğun tüm yayılım alanlarındaki en uzun su yolu oldu.
Bu yolla kente iletilen suların depolanması için şehirde yer altında ve yer üstünde olmak üzere iki tip sarnıç inşa edildi. Kente taşınan su, ihtiyaç üzerine yapılan irili ufaklı çok sayıda sarnıçta depolanmaya başlandı.
Binlercesinden yaklaşık 200’ü bugüne ulaştı
Tarihi yarımadada, döneminde sayıları binleri bulan yer altı sarnıçları zaman içerisinde işlevini kaybederken, bugün yaklaşık 200 civarında sarnıcın yeri tespit edildi. Bölgede “çukurbostan” olarak adlandırılan açık hava sarnıçları Aetios, Aspar ve Hagios Mokios da keşfedilenler arasında yer aldı.
Bizans döneminden bugüne ulaşan en fazla sayıda yapılardan olan bu sarnıçlar, dönemin kent dokusunun ve inşaat teknolojisinin anlaşılmasında önemli yer tutuyor.
Elverişli olanlar, Osmanlı döneminde de su için kullanılırken, işlevini yitirenler ise depo olarak değerlendirildi.
“Sarnıç mimarisinde suyun basıncına karşı ilave direnç oluşturuldu”
Arkeolog ve mimarlık tarihçisi Dr. Kerim Altuğ, AA muhabirine, sarnıç mimarisinde suyun basıncına karşı ilave direnç oluşturmak için pahlı köşe tasarımının kullanıldığını anlattı.
Altuğ, güçlü yapılar olan sarnıçların, depoladıkları tonlarca suyun yapacağı basınca direnç ortaya koyabilmenin yanı sıra dönemlerinde üzerlerinde yer alan kayda değer ölçülerdeki binaları taşıyabilecek şekilde inşa edildiğini bildirdi.
Sarnıçların taşıyıcılarının mermer ya da granit sütunlardan yapıldığını, Roma İmparatorluğu’nda ağırlıkla kagir ayaklar görüldüğünü belirten Altuğ, “Ancak belki de İstanbul’da has bir tasarım olarak mermer taşıyıcılar görüyoruz. Bu taşıyıcılar birbirlerine demir kenetlerle ve sütun başlıkları hizasında gergi kirişleriyle bağlı. Bu sayede olası bir depreme karşı yapıya esneklik kazandırılmış.” ifadelerini kullandı.
Engebeli arazi üzerine kurulu kentte, sarnıçların mimari açıdan önemli yer tuttuğunu dile getiren Aytuğ, “Bir yapı inşa edecekseniz, meyilli arazide inşaat yapacaksanız, bir teras teşkil edecek altyapı kurgulama ihtiyacınız da var. Bu altyapılar aynı zamanda su depolayabilme fonksiyonunu taşıyan mekanlar olarak tasarlanıyordu ağırlıklı şekilde.” diye konuştu.
“Çukurbostanlar görülüp incelenebilir”
Altuğ, bugüne ulaşan sarnıçlarla ilgili şu bilgileri aktardı:
“İstanbul’da bilinen sarnıçların sayısı 200’ü buluyor olsa da bunların tümü günümüze ulaşabilmiş ya da pratikte ziyaret edilebilir durumda olan yapılar değil. Bir kısmı geçmişte yok oldu ama kayıtlara geçtiği için varlıklarından haberdarız. Bir kısmıysa çeşitli yapıların, binaların, iş hanlarının altında kapalı vaziyette duran, dolayısıyla kolaylıkla ziyaret edilemeyecek konumda yapılar.”
Tarihi yarımadanın batısında üç büyük açık sarnıç bulunduğunu belirten Altuğ, “çukurbostan” olarak adlandırılan bu yapıların kolaylıkla görülüp incelenebildiğini söyledi.
Fildamı, Yerebatan, Şerefiye ve Gülhane Parkı sarnıçları
Zeytinburnu’nda da “Fildamı” adlı açık sarnıç bulunduğunu anlatan Altuğ, kapalı sarnıçların en etkileyici olanının Yerebatan, diğer adıyla Bazilika Sarnıcı olduğunu, buranın da Şerefiye Sarnıcı gibi restorasyon sonrasında halkın ziyaretine açıldığını kaydetti.
Gülhane Parkı Sarnıcı’nın da yakın zamanda restore edildiğini belirten Altuğ, buranın kültür sanat etkinlikleri için kullanıldığını ifade etti.
Altuğ, Sultanahmet’teki Binbirdirek Sarnıcı’nın da Bizans döneminin görülebilen önemli sarnıçlarından olduğunu ve Yerebatan’dan sonraki ikinci büyük sarnıç olarak öne çıktığını sözlerine ekledi.